Yeni ürün
Dikkat: Stoktaki son ürünler!
Stoka gireceği tarih:
Aylardan bilmem haziranın kaçıncı günü dışarda bardaktan boşalırcasına yağan yağmur yüzüme vuracakmış gibi yüzümü odamın camına yaslıyorum. Hayaller kurarak dışarıda ki yağmurun sesini dinliyorum. Sanki odama toprak kokusu doluyor, sebzelerime bakıyorum. Sevgiliye kavuşmuş taze aşıklar gibi mutlular. Yağmur damlacıkları her üzerlerine düştüğünde yeniden hayat buluyorlar. Domatesleri, biberleri ve salatalıkları hepsini tek tek sevmek istiyorum. Dışarı çıkıyorum onları seyretmeye sonra da dokunmaya başlıyorum. Yağmurda sırılsıklam oluyorum ama hiçbir zorluk beni yolumdan çeviremiyor. Kafamı gökyüzüne kaldırıp üzerime düşen yağmur damlacıklarına gülüyorum. İçimde tarifsiz sevinç dokunabilmenin hissedebilmenin mutluluğuyla ıslak ayaklarımın çamura batmasını umursamıyorum. Toprağın ve sebzelerin kokusunu içime çekmeye devam ediyorum. Sonra aklıma geliyor dokunmadan ve hissetmeden nasıl yaşanılır ki?
Oysa teknoloji çağında her şey elimizin altında akıllı. Telefonlarda kitap okuyabiliyorsun, oyun oynayabiliyorsun ve hatta her türlü bilgiye hemen ulaşabiliyorsun. Yok yok yanlış anlamayın. Teknolojiye karşı değilim ama dedim ya dokunmak ve hissetmek gerek. Bir arkadaşım bana böyle dijital bir çağda neden dergi çıkartıyorsun diye sormuştu. Hatta çok uzun süre tartışmıştık. “Çıkartma” demişti. İnsanlar her türlü bilgiye ulaşabiliyorlar neden dergi alsınlar ki? Ben de dokunmak ve hissetmek için demiştim. Yüzüme anlamsızca bakıp nasıl yani diye sormuştu? Ben de bu hikayeyi anlatmıştım. Ve sonra insanların neden mutsuz olduğu üzerine uzun uzun sohbet etmiştik. Her şeye kolay erişilir olmanın insan psikolojisi üzerindeki deformasyonundan bahsetmiştim. İnternetten edinilen bilgiler ile yoga hocası olabiliyorlar, psikolojik tanılar koyup hatta insanlara şifa bile dağıtıyorlar.
Çok uzun yıllar evvel bir derginin hayalini kurardım hatta sayfalarından içindeki yazıları ve renklerine kadar insanların okuduklarını gülümsediklerini ve hayaller kurduklarını görür gibi olurdum. Hep bunun hayaliyle yaşadım. Sonra çok sağlam ve özverili bir çalışmayla ilk sayımızı çıkarmaya başladık. Artık camın arkasında değil bahçede yağmurun altındaydım. Tabi ki zor olacaktı kah karnımıza ağrılar girecekti, kah mutluluktan kahkahalar atacaktık. Öyle de oldu. Hayallerimiz biraz daha genişti. İlk sayı çıkarken Güven Erkin Erkal ile matbaaya gidecek dergileri tek tek kontrol edip yağmurun yaydığı toprak kokusu gibi içimize çekecektik. Dedim ya, teknoloji o kadar çok gelişmiş ki bunu yapamadık. O kadar şefkatle ve mutlulukla işimizi yapıyorduk ki dostlarımız destek veriyor, Yaysat dahi nasıl dağıtırız planları yapıyor, matbaa ise işinde ne kadar profesyonel olduğunu gösteriyordu. Dergiyi size ulaştırma konusunda Volkan Gülçek ve Orhan Açar da sihirli dokunuşlarıyla büyük destek verdi. O kadar iyi niyetle yanımızda duruyorlardı ki bir anda eski komşulukların yaşandığı, yağmurda ıslandığımızda üzerimizi kuruttuğumuz odun sobalı günlere geri döndük. Tabi ki her şey bu kadar da iyi gitmedi aksilikler de oluyordu. Dağıtım gecikti. Şubat sonuna doğru ancak bayilerde olabildik. Olsun zaten Mart sayısıydı. Hüzne de gerek yoktu. Artık bayilerde, D&R’larda ve Migros’lardaydık. Yani Yaysat’ın dağıtım ağının ulaştığı her yerdeydik.
Şubatın son günü kış kıyamet, yağmur çamur olmasına rağmen dostlarımız, yazar, çizer, sanat yönetmenlerimiz ve okurlarımızla güzel bir lansman yaptık. 45lik Bar Beyoğlu’nda 60‘lar 70‘ler ve 80’lerin güzel müzikleriyle eğlenip sohbet ettik. Geleceği konuştuk. Yılların nasıl hızlı geçtiğinden bahsettik. Gelen misafirlerimizin yüzü gülüyordu. Herkes çok mutluydu. Sanırım herkesin yüzüne bahar yağmurunun damlalarını düşürmüştük. Dışarısı çok soğuk olsa da içerde odun sobasının etrafındaydık. İnançlı ve kararlıydık. Anadolu illerinden gelen güzel tepkiler (Sinop, Samsun, Ordu, Giresun, Manisa, Kayseri) dergi gelmiş ve kalmamış denmesi bizi bin kat daha mutlu etti. Artık yağmurda ıslanıyorduk. Bahçe çamurlu olsa da arkamıza bakmadan yılmadan yüzümüze düşen bahar yağmurunun damlalarıyla gökyüzüne bakmaya ve gülümsemeye devam edecektik. İkinci sayı hazırlıklarına başlamıştık sanki ilk sayı gibi yeni başlıyormuşuz gibi ben sürekli Güven Erkin’e “üstadım yetiştirebilecek miyiz?” diye sordukça, hafif gülümseyerek “Vaktimiz çok. Rahat rahat yetiştiririz” demesi her gün ki sloganımız oldu. Mutluydum artık. Dokunabiliyordum ve hissedebiliyordum yüzüme vuran bahar yağmurları içimdeki çocuğu uyandırıyordu. Şimdi yağmurda koşma zamanıydı. Üzerime çamur sıçrata sıçrata, ağız dolusu gülerek ve bağırarak… Artık bahar gelmişti. 60’ların 70’lerin ve 80’lerin bin bir kokusunu ve rengini bize bir anne şefkatiyle içimize çekmemiz için bize sunuyordu. Şimdi hissetmek ve dokunmak zamanıydı. Şimdi 45lik dergiyle rengarenk olma zamanıydı.
Aşk da rengarenk olmak değil midir…
Henüz kullanıcı değerlendirmesi yok.